Cuma, Kasım 7, 2025

Botoks ile Dolgu Arasındaki...

Botoks (Botulinum Toksin) ve dermal dolgu arasındaki fark, hedefledikleri yaşlanma belirtisinde yatar. Botoks,...

Psikolojisi Bozuk Çocuğun Belirtileri...

Çocuklarda psikolojik zorlukların belirtileri; ani davranış değişiklikleri, sosyal geri çekilme, akademik performansta belirgin...

Eksizyonel ve İnsizyonel Biyopsi...

Eksizyonel biyopsi, şüpheli bir doku lezyonunun veya kitlenin tamamının cerrahi olarak çıkarılması işlemidir;...

Yüz Germe ve Boyun...

Evet, yüz germe ve boyun germe ameliyatları sıklıkla aynı anda, tek bir cerrahi...

Tedavi Edilmeyen Varisler Tehlikeli Midir?

Evet, tedavi edilmeyen varisler tehlikelidir. Başlangıçta sadece kozmetik bir sorun gibi görünen bu damar genişlemeleri, müdahale edilmediğinde ciddi sağlık sorunlarına zemin hazırlar. Altta yatan damar problemine odaklanılmadığında, durum ilerleyerek bacak sağlığını kalıcı olarak etkileyebilir. Bu riskler, basit ağrı ve şişliklerin çok ötesine geçer; pıhtı oluşumu, ciltte geri dönüşü olmayan bozulmalar ve hatta kanama gibi acil tıbbi durumları kapsayabilir. Bu nedenle varisleri bir “hastalık belirtisi” olarak kabul etmek ve yönetmek, uzun vadeli sağlık için bir zorunluluktur.

Varis nedir ve bacaklarımızda neden oluşur?

Vücudumuzdaki toplardamarların (venlerin) çok önemli bir görevi vardır: Kirli kanı, yerçekimine karşı savaşarak bacaklardan kalbe geri taşımak. Bu zorlu görevi başarabilmek için damarlarımızın içinde “kapakçık” adını verdiğimiz, tek yöne açılan akıllı kapılar bulunur. Kan kalbe doğru akarken bu kapakçıklar açılır, ancak kan yerçekimiyle geriye doğru kaymaya çalıştığında hemen kapanarak bir kilit görevi görürler.

Kronik venöz yetmezlikte ise bu kapakçık sistemi bozulur; kapakçıklar esner, hasar görür veya düzgün kapanamaz hale gelir. Bu durumda kanı etkili bir şekilde tutamazlar. Özellikle ayakta durduğumuzda veya oturduğumuzda, kanın bir kısmı yerçekiminin etkisiyle geriye doğru kaçar. Tıpta bu duruma “venöz reflü” veya “venöz kaçak” denir.

Bu sürekli geri kaçış, bacaklardaki toplardamarların içinde basıncın sürekli artmasına (venöz hipertansiyon) ve kanın o bölgede göllenmesine (staz) neden olur. Zamanla, bu kronik yüksek basınca dayanamayan yüzeyel damarlar genişler, uzar, bükülür ve cilt altında gözle görülür, kıvrıntılı o mavi-mor damarları, yani varisleri oluşturur. Kısacası varis bir sonuçtur; asıl neden ise kapakçıkların bozulmasıyla başlayan venöz yetmezliktir.

Varisler tedavi edilmezse zamanla nasıl ilerler?

Pek çok kişinin sandığının aksine, gözle gördüğümüz o kıvrıntılı damarlar (tıp dilinde Evre C2), hastalığın “başlangıcı” değil “artık yerleşmiş” olduğunun bir kanıtıdır. Bu aşamada, altta yatan basınç sorunu (venöz hipertansiyon) zaten aktiftir.

Bu basınç sorunu çözülmezse, hastalık yıllar veya on yıllar içinde bir dizi aşamadan geçerek dokulara kalıcı hasar verir. Bu ilerleme süreci genellikle şu aşamaları takip eder:

  • Evre C3: Ödem (Şişlik)
  • Evre C4a: Ciltte Renk Değişikliği (Lekelenme)
  • Evre C4b: Ciltte Sertleşme (Lipodermatoskleroz)
  • Evre C5: İyileşmiş Bacak Yarası
  • Evre C6: Aktif Bacak Yarası (Venöz Ülser)

Bu evreleri biraz daha açmak gerekirse; hastalık ilerledikçe damar içi basınç o kadar artar ki damar duvarı artık sıvıyı içeride tutamaz hale gelir. Kanın sıvı kısmı (plazma), damar dışına, doku aralarına sızmaya başlar. Bu durum özellikle günün sonunda ayak bileğinde belirginleşen “ödem” yani şişliğe (Evre C3) yol açar.

Basınç devam ettikçe, sadece sıvı değil kanın içindeki alyuvarlar da damar dışına sızar. Dokuya sızan bu alyuvarlar parçalanır ve içerdikleri demir pigmenti (hemosiderin) cilde çökerek o bölgede kalıcı, pas renginde lekelenmelere (Evre C4a) neden olur. Bu aşamada ciltte kaşıntılı, egzamaya benzer döküntüler de görülebilir.

Daha ileri aşamada (Evre C4b), cilt altı dokusu kronik iltihaplanma ve beslenme bozukluğu nedeniyle sertleşir, kalınlaşır ve adeta odunsu bir yapı kazanır. Ayak bileği bölgesi daralır ve cilt incelir. Bu dokunun artık esnekliğini ve dayanıklılığını tamamen kaybettiği, yara açılmaya çok yatkın olduğu anlamına gelir.

Son aşamada (Evre C6) ise, beslenmesi tamamen bozulan ve en ufak bir travmaya bile dayanamayan bu hassas cilt dokusu, tipik olarak ayak bileğinin iç kısmında kendiliğinden açılır. “Venöz bacak ülseri” veya “varis yarası” denilen bu durum dokunun kronik basınca yenik düşmesidir. Bu yaralar, altta yatan basınç sorunu (yani venöz kaçak) çözülmezse iyileşmesi çok zor olan ve sürekli tekrarlayan kronik yaralara dönüşür.

Tedavi edilmeyen varisler pıhtı (tromboz) atma riskini artırır mı?

Evet, bu varislerin en ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden risklerinden biridir. Tedavi edilmeyen varisler, “Venöz Tromboemboli” (VTE) riskini somut ve ölçülebilir bir şekilde artırır. VTE, iki ana durumu kapsar: Bacaklardaki derin toplardamarlarda pıhtı oluşması (Derin Ven Trombozu – DVT) ve bu pıhtıdan kopan bir parçanın akciğer atardamarını tıkaması (Pulmoner Emboli – PE), yani akciğere pıhtı atması.

Yapılan geniş kapsamlı bilimsel çalışmalar varisli hastalarda DVT gelişme riskinin, sağlıklı bireylere kıyasla 5.3 kat daha fazla olduğunu net bir şekilde göstermiştir. Risk sadece DVT ile de sınırlı değildir; bu hastalarda ölümcül olabilen Pulmoner Emboli gelişme riski de 1.73 kat daha yüksektir.

Peki, varisler neden pıhtıya yol açar? Cevap, pıhtı oluşum mekanizmasında yatar. Pıhtı oluşumu için üç ana tetikleyici vardır ve bunlardan en önemlisi “kan akışının yavaşlaması” yani göllenmesidir (staz). Varislerdeki bozuk kapakçıklar ve kanın geriye kaçması, bu göllenme durumunu yaratır. Durağanlaşan kan, pıhtılaşmaya adeta davetiye çıkarır.

İlginç bir şekilde yapılan analizler bu pıhtı riskinin en yüksek olduğu grubun 20-34 yaş arası genç hastalar olduğunu ortaya koymuştur. Bunun nedeni, yaşlı hastalarda pıhtı için zaten yaş, kilo veya hareketsizlik gibi başka risk faktörlerinin de bulunmasıdır. Ancak genç hastalarda, diğer risk faktörleri olmasa bile, varisin kendisi pıhtı oluşumu için “bağımsız ve güçlü bir tetikleyici” olarak rol oynamaktadır.

Varis kanaması (fleboraji) nedir ve tehlikeli midir?

Spontan varis kanaması, acil müdahale gerektiren ve potansiyel olarak ölümcül olabilen bir komplikasyondur. Yıllar içinde sürekli yüksek basınca maruz kalan varisli damarın üzerindeki cilt giderek incelir, zayıflar ve beslenemez hale gelir. Bazen bu bölgede küçük, mavi-mor renkli kabarcıklar oluşur.

Zaten yüksek basınç taşıyan bu damarların üzerindeki incelmiş cildin en ufak bir sürtünme, kaşıma veya hafif bir çarpma ile (bazen de kendiliğinden) yırtılması sonucu, durdurulması güç, fışkırır tarzda bir kanama başlar.

Bu bir atardamar kanaması olmasa da toplardamardaki yüksek venöz basınç nedeniyle kanama çok şiddetli olabilir. Kısa sürede ciddi miktarda kan kaybına, dolaşım şokuna ve hatta ölüme yol açabilir. Özellikle yaşlı, tek başına yaşayan, kırılgan yapıdaki veya kan sulandırıcı ilaç (antikoagülan) kullanan hastalar bu tür kanamalarda en yüksek ölüm riski taşıyan gruptur.

Eğer böyle bir durum yaşanırsa, sakin kalmak ve hemen şunları yapmak hayat kurtarıcıdır:

  • Hemen kanayan yere temiz bir bezle veya havluyla sıkıca bastırın.
  • Derhal uzanın ve bacağınızı kalp seviyesinden yükseğe (mümkünse bir yastık veya sandalye üzerine) kaldırın.
  • Baskıyı kesinlikle bırakmadan 112 Acil Servis’i arayın veya bir yakınınızdan sizi en yakın acil servise götürmesini isteyin.

Bu müdahale kanamayı durdursa bile, altta yatan basınç sorunu çözülmediği için kanamanın tekrarlama riski çok yüksektir. Bu nedenle varis kanaması geçiren bir hasta, acil müdahale sonrası mutlaka bir damar uzmanı tarafından değerlendirilmeli ve kanamaya neden olan yüksek basınç kaynağı (reflü) kalıcı olarak tedavi edilmelidir.

Bende varis olup olmadığını veya risk taşıyıp taşımadığımı nasıl anlarım?

Görünürde belirgin, kıvrıntılı damarlar olmasa bile, bazı belirtiler altta yatan bir venöz yetmezliğin, yani kapakçık kaçağının habercisi olabilir. Bu erken dönem belirtileri tanımak önemlidir.

En sık karşılaşılan şikayetler şunlardır:

  • Günün sonuna doğru artan bacak ağrısı
  • Bacaklarda tarif edilmesi zor bir ağırlık ve dolgunluk hissi
  • Özellikle ayak bileklerinde ve akşama doğru artan şişlik (ödem)
  • Geceleri uykudan uyandıran bacak krampları
  • Huzursuz bacak sendromuna benzeyen, bacakları sürekli hareket ettirme isteği
  • Bacaklarda, özellikle de ayak bileği çevresinde kaşıntı
  • Ciltte artan hassasiyet

Bu şikayetler sizde de varsa veya gözle görülür varisleriniz oluşmaya başladıysa, yapılması gereken en önemli şey bir uzmana başvurmaktır. Kronik venöz bozuklukların tanı ve tedavi planlamasındaki “altın standart” yöntem Renkli Doppler Ultrason (Duplex USG) incelemesidir.

Bu sıradan bir ultrason değildir. Bu incelemenin mutlaka deneyimli bir uzman tarafından ve hasta ayakta dururken yapılması şarttır. Çünkü venöz kaçak (reflü) en iyi yerçekimi etkisindeyken, yani ayaktayken saptanır. Bu inceleme ile bacakların tam bir “venöz haritası” çıkarılır. Hangi damarda, hangi seviyede ve ne derecede kapakçık kaçağı olduğu, derin damarların durumu ve kan akış yönleri net bir şekilde belirlenir. Bu harita, tedavinin başarısı için hayati önem taşır çünkü hangi damara ve nasıl müdahale edileceğini gösteren bir yol haritasıdır.

Ameliyatsız varis yönetimi veya varis çorabı işe yarar mı?

Kesin (girişimsel) tedavi yöntemlerine geçmeden önce veya bu tedavilere ek olarak şikayetleri hafifletmek ve hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için bazı “konservatif” yani koruyucu önlemler uygulanır.

Yaşam tarzı değişiklikleri bu planın ilk adımıdır. Bunlar hastalığı geri döndürmez (bozuk bir kapakçığı tamir etmez) ama ilerlemesini yavaşlatır ve şikayetleri ciddi oranda azaltır:

  • Düzenli yürüyüş ve egzersiz (özellikle yüzme)
  • Kilo kontrolü (fazla kilo, karın içi ve bacak damarlarındaki basıncı artırır)
  • Uzun süre ayakta sabit durmaktan veya oturur kalmaktan kaçınmak
  • Fırsat buldukça bacakları kalp seviyesinin üzerine kaldırarak dinlendirmek
  • Kabızlıktan kaçınmak (karın içi basıncı artırarak bacaklara binen yükü artırır)
  • Çok dar, sıkı kıyafetlerden ve yüksek topuklu ayakkabılardan kaçınmak

Bu önlemlerin yanı sıra konservatif tedavinin temel direği kompresyon tedavisi, yani varis çorabı kullanmaktır. Varis çorapları, dışarıdan uyguladıkları kontrollü ve kademeli basınçla venöz hipertansiyonun etkilerine karşı koyar. Adeta bacaklar için bir “dış iskelet” görevi görürler. Damarları dışarıdan sıkarak kan akış hızını artırır, göllenmeyi engeller ve baldır kas pompasının etkinliğini artırarak kanın kalbe dönüşünü desteklerler. Varis çorabı bir “tedavi” değil bir “destek” yöntemidir ancak hem ameliyatsız takip edilen hastalar için hem de girişimsel tedavilerden sonra (tedavi edilen damarın kalıcı olarak kapanmasını sağlamak için) kullanılması zorunludur.

Güncel varis tedavi yöntemleri nelerdir ve klasik ameliyatlar tarihe mi karıştı?

Modern varis tedavisinde anlayış tamamen değişmiştir. Geçmişte uygulanan “yüksek ligasyon ve stripping” (yani damarın kasıktan bağlanıp, tel yardımıyla çekilip çıkarılması) yöntemi artık çok nadir durumlar dışında terk edilmiştir. Bu geleneksel cerrahi, genel anestezi gerektirmesi, işlem sonrası daha fazla ağrı, morluk ve daha uzun bir iyileşme süreci içermesi nedeniyle yerini minimal invaziv (dokuya en az zarar veren) yöntemlere bırakmıştır.

Güncel tedavilerin temel prensibi, bozuk olan ana damarı “söküp çıkarmak” yerine, “içeriden kapatmak”tır. Bu işlemler lokal anestezi altında, ultrason rehberliğinde, genellikle bir iğne deliğinden girilerek yapılır. Hastalar aynı gün yürüyerek evlerine dönebilir ve ertesi gün normal yaşamlarına devam edebilirler.

Klasik cerrahi ameliyatlar ise artık sadece çok karmaşık damar anatomisi olan daha önce başarısız endovenöz tedaviler geçirmiş veya özel durumlar (örneğin bazı kanama vakaları) için saklanan bir seçenek haline gelmiştir.

Lazer (EVLA) ve Radyofrekans (RFA) tedavileri nasıl çalışır?

Günümüzde ana damar (truncal) reflüsü tedavisinde “altın standart” olarak kabul edilen yöntemler Endovenöz Termal Ablasyon (EVTA) başlığı altındadır. Bu “damarın ısı ile içeriden kapatılması” anlamına gelir ve iki ana tipi vardır: EVLA (Endovenöz Lazer Ablasyonu) ve RFA (Radyofrekans Ablasyonu).

Her iki yöntem de temelde aynı prensiple çalışır. İşlem ultrason rehberliğinde adım adım ilerler:

Öncelikle ultrasonla reflü (kaçak) olan bozuk damar bulunur:

  • Bölge uyuşturulduktan sonra, küçük bir iğne deliğinden (genellikle diz altından) bu damarın içine girilir.
  • Bu iğne içinden çok ince bir kateter (lazer fiberi veya radyofrekans kateteri) ilerletilerek kaçağın başlangıç noktasına (genellikle kasık veya diz arkası) yerleştirilir.
  • İşlemin en önemli güvenlik ve konfor adımı olan “Tümesan Anestezi” uygulanır. Bu ultrason altında, tedavi edilecek damarın etrafındaki kılıfa özel bir sıvı solüsyon enjekte edilmesi demektir.

Bu sıvının üç hayati görevi vardır:

  • Bölgeyi tamamen uyuşturur (işlem sırasında sıfır ağrı sağlar).
  • Damarı dışarıdan sıkarak içindeki kanı boşaltır ve kateterin damar duvarına tam temasını sağlar (tedavi etkinliğini artırır).
  • En önemlisi, damar ile çevresindeki cilt, sinir ve kas dokuları arasında bir “ısı kalkanı” (sıvı bariyeri) oluşturur (güvenliği sağlar).

Bu anestezi sağlandıktan sonra, kateter kontrollü bir şekilde geri çekilirken lazer veya radyofrekans enerjisi verilerek damar duvarı içeriden yakılır (ablasyon). Bu termal enerji, damar duvarında geri dönüşümsüz bir hasar yaratır, damarın büzüşmesini ve kalıcı olarak kapanmasını sağlar. Vücut, bu kapanan ve artık işlev görmeyen damarı zamanla bir skar dokusuna dönüştürerek yok eder. Bu damar zaten görevini yapmadığı ve kanı geriye kaçırdığı için kapatılması dolaşımı bozmaz, tam tersine kanın sağlıklı damarlara yönlenmesini sağlayarak bacak dolaşımını iyileştirir.

Varis tedavisinde Lazer mi Radyofrekans mı daha iyidir?

Bu hastalar tarafından en sık sorulan sorulardan biridir. Net cevap şudur: Her iki yöntem de (EVLA ve RFA) günümüzde altın standarttır ve son derece yüksek başarı oranlarına sahiptir. Uzun vadeli çalışmalarda, tedavi edilen damarın kalıcı olarak kapanma oranları her iki yöntemde de %95’in üzerindedir.

Her iki teknik de benzer prensiplerle çalışır ve benzer sonuçlar sunar. Ancak teknolojik gelişmelerle birlikte lazer tedavisinde (EVLA) bazı yenilikler olmuştur. Özellikle daha yeni nesil 1470 nm dalga boyuna sahip lazerler ve enerjiyi dairesel olarak veren “radial” fiberlerin kullanımı, bazı bilimsel çalışmalarda radyofrekansa kıyasla bir miktar daha avantajlı sonuçlar gösterebilmektedir.

Örneğin yapılan karşılaştırmalı bir çalışmada, özellikle diz altı bölgedeki damarlarda tekrarlama (nüks) oranının, gelişmiş lazer tekniği kullanan grupta (%4.13), radyofrekans grubuna (%11.92) göre daha düşük olduğu saptanmıştır. Ancak bu nüanslar teknik detaylardır. Hasta açısından bakıldığında, her iki yöntem de (deneyimli ellerde uygulandığında) son derece güvenli, konforlu ve etkili tedavi seçenekleridir.

Köpük tedavisi (skleroterapi) nedir ve kimler için uygundur?

Ultrason Eşliğinde Köpük Skleroterapi (UGFS), termal (ısıl) olmayan, kimyasal bir kapatma yöntemidir. Bu teknikte, “sklerozan” adı verilen (damar duvarını tahriş etme özelliğine sahip) özel bir ilaç, belirli bir oranda (genellikle 1’e 4 oranında) gaz (hava veya karbondioksit) ile karıştırılarak bir köpük haline getirilir.

Bu köpük, ultrason rehberliğinde doğrudan yetmezlikli damarın veya varisli pakelerin içine enjekte edilir. Köpüğün en büyük avantajı, sıvı ilacın aksine, damar içindeki kanı iterek (yer değiştirerek) damar duvarıyla maksimum temas sağlamasıdır. Bu temas, damarın iç yüzeyinde hedeflenmiş bir kimyasal reaksiyon başlatır ve damarın büzüşerek kapanmasını tetikler.

Köpük tedavisi harika bir yöntemdir, ancak genellikle şu durumlarda tercih edilir:

  • Lazer veya radyofrekans ile ana damar tedavi edildikten sonra geride kalan daha küçük, yüzeysel yan dal varisleri için (tamamlayıcı tedavi)
  • Tekrarlayan (nüks) küçük damarlar için
  • Ana damar tedavisi için uygun olmayan (örneğin lazer/RF kateterinin giremeyeceği kadar kıvrıntılı veya yüzeyel) damarlar için
  • Kılcal damar tedavileri için (daha düşük konsantrasyonda ve farklı bir teknikle)

Köpük tedavisi, ana damar (truncal) reflüsü için, özellikle de ileri evre (C4-C6) hastalarda, tek başına birincil tedavi olarak genellikle önerilmez. Bunun nedeni uzun vadeli dayanıklılığıdır. Örneğin aktif venöz ülseri (C6) olan hastalar üzerinde yapılan bir çalışma, lazer (EVLA) ve köpük (UGFS) tedavisinin her ikisinin de yarayı iyileştirdiğini (ortalama 60 günde) göstermiştir. Ancak takip sürecinde, yaranın tekrarlama (nüks) oranı köpükle tedavi edilen grupta %31.4 gibi çok yüksek bir orandayken, lazerle tedavi edilen grupta sadece %3.0 olarak saptanmıştır. Bu çarpıcı fark, yüksek basınçlı ana kaçağı kalıcı olarak ortadan kaldırmak için termal yöntemlerin (Lazer/RF) daha güvenilir olduğunu göstermektedir.

Varis tedavisinden sonra nelere dikkat etmem gerekir?

Minimal invaziv tedavilerin başarısı, işlem kadar işlem sonrası bakım protokollerine sıkı sıkıya uyulmasına da bağlıdır. Tedavinin kalıcı olması ve sorunsuz bir iyileşme süreci geçirmek için hastanın “ev ödevini” iyi yapması gerekir.

Dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar şunlardır:

  • Varis çorabını giymek (Bu tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır ve ZORUNLUDUR)
  • İşlemden hemen sonra (genellikle 30-60 dakika) yürüyüşe başlamak
  • İlk bir hafta boyunca ağır sporlardan (koşu, ağırlık kaldırma, bisiklet) kaçınmak
  • Bacakları aşırı sıcağa maruz bırakmamak (sıcak banyo, sauna, hamam, kaplıca bir süre yasaktır)
  • İşlem bölgelerini güneşten ve solaryumdan korumak (kalıcı leke kalmaması için çok önemlidir)
  • Bol sıvı tüketmek
  • Uzun süre ayakta sabit durmaktan veya oturmaktan kaçınmak
  • Doktorun önerdiği süre boyunca (genellikle ilk 24-48 saat) banyodan kaçınmak

Bu kuralların her birinin tıbbi bir nedeni vardır. Örneğin varis çorabını giymek zorunludur çünkü tedavi edilen ve içi yakılan damarın duvarlarının birbirine yapışmasını (adeta bir yapıştırıcı gibi) sağlar. Eğer çorap giyilmezse, damar duvarları yapışmayabilir ve damar içinde pıhtı oluşabilir (ESVT) veya damar tekrar açılabilir (rekanalizasyon). Benzer şekilde işlem sonrası hemen yürüyüşe başlamak, derin venlerdeki kan akışını hızlandırarak DVT (pıhtı) riskini en aza indirir. Güneşten korunma kuralı ise, işlem bölgelerindeki morlukların ve cilt reaksiyonlarının güneş ışığıyla birleşip kalıcı kahverengi lekelere (hiperpigmentasyon) dönüşmesini engellemek içindir.

Bypass ve Kalp Kapakçığı Ameliyatı Aynı Anda Yapılır Mı?

Evet, koroner bypass ameliyatı ile kalp kapakçığı onarımı veya değişimi, "kombine kalp ameliyatı" olarak bilinen tek bir cerrahi prosedür sırasında aynı anda yapılabilir. Bu gelişmiş cerrahi yaklaşım kalbin hem damar yapısındaki tıkanıklıkları (koroner arter hastalığı) hem de kapakçık fonksiyonundaki...

Yazarın Diğer İçerikleri