Cuma, Kasım 7, 2025

Botoks ile Dolgu Arasındaki...

Botoks (Botulinum Toksin) ve dermal dolgu arasındaki fark, hedefledikleri yaşlanma belirtisinde yatar. Botoks,...

Psikolojisi Bozuk Çocuğun Belirtileri...

Çocuklarda psikolojik zorlukların belirtileri; ani davranış değişiklikleri, sosyal geri çekilme, akademik performansta belirgin...

Eksizyonel ve İnsizyonel Biyopsi...

Eksizyonel biyopsi, şüpheli bir doku lezyonunun veya kitlenin tamamının cerrahi olarak çıkarılması işlemidir;...

Yüz Germe ve Boyun...

Evet, yüz germe ve boyun germe ameliyatları sıklıkla aynı anda, tek bir cerrahi...
Ana SayfaHastalıklarOrtopediOrtobiyolojik Tedavi Nedir,...

Ortobiyolojik Tedavi Nedir, Çeşitleri Nelerdir?

Ortobiyolojik tedavi, kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarında (eklem, tendon, kıkırdak gibi) vücudun kendi biyolojik materyallerini kullanarak iyileşmeyi hızlandıran bir yenileyici tıp dalıdır. Bu yaklaşımda amaç hasarlı dokuya dışarıdan bir ilaç vermek yerine, doğrudan vücudun kendi onarım potansiyelini (kök hücreler veya büyüme faktörleri gibi) odaklamaktır. En sık kullanılan ortobiyolojik tedavi çeşitleri arasında, hastanın kendi kanından hazırlanan PRP (Trombositten Zengin Plazma), kemik iliğinden elde edilen BMAC ve yağ dokusundan alınan kök hücre (ADSC) uygulamaları yer alır.

Ortobiyolojik tedaviler vücutta nasıl bir etki yaratır?

Bu tedavilerin temel amacı, bir yaralanma veya yıpranma sonrası vücudun başlattığı ancak yetersiz kalan doğal onarım sürecine güçlü bir destek vermektir. Normalde bir doku hasar gördüğünde, vücut hemen bir iyileşme süreci başlatır. Ancak kireçlenme (osteoartrit) gibi kronik dejeneratif hastalıklarda veya kan akışı zayıf olan tendonlarda, bu onarım süreci ya çok yavaş kalır ya da sürekli bir iltihaplanma (enflamasyon) yüzünden sekteye uğrar.

Ortobiyolojik tedaviler, bu sürece üç ana yoldan müdahale eder:

  • İyileşme Sinyallerini Güçlendirme (Parakrin Etki)

Bu tedavilerin ana çalışma prensibidir. Bölgeye enjekte edilen biyolojik konsantreler (özellikle PRP gibi), “büyüme faktörleri” adı verilen yüzlerce güçlü protein ve sinyal molekülü salgılar. Bu faktörler bir inşaat sahasındaki ustabaşı gibi davranır; çevredeki sağlıklı hücrelere “burada bir hasar var, yardıma gelin” sinyali gönderir. Bu sinyaller, onarıcı hücrelerin hasarlı bölgeye göç etmesini, çoğalmasını ve yeni doku üretmek için çalışmaya başlamasını tetikler. Aynı zamanda bölgedeki kan damarı oluşumunu artırarak dokunun daha iyi beslenmesini ve onarılmasını sağlarlar.

  • Enflamasyonun Kontrol Altına Alınması (İmmünomodülasyon)

Özellikle diz kireçlenmesi gibi kronik eklem sorunlarında, eklem içinde sürekli devam eden düşük düzeyli bir enflamasyon (iltihap) hem ağrıya neden olur hem de kıkırdağın daha hızlı aşınmasına yol açan bir kısır döngü yaratır. Ortobiyolojik tedaviler, bu zararlı enflamasyon döngüsünü kırma yeteneğine sahiptir. Bölgedeki bağışıklık tepkisini “modüle ederler”, yani yeniden düzenlerler. Yıkıcı iltihabı baskılarken, faydalı olan onarıcı süreci teşvik ederler. Bu etki özellikle ağrının hızla azalmasında ve hastalığın ilerleyişinin yavaşlamasında kritik bir rol oynar.

  • Hücresel Yeniden Yapılandırma (Farklılaşma)

Bu mekanizma, özellikle kemik iliği veya yağ dokusundan elde edilen “kök hücre” (Mezenkimal Kök Hücre – MSC) tedavilerine özgüdür. Kök hücreler, vücudun “joker” hücreleridir. Henüz belirli bir göreve atanmamış bu ana hücreler, doğru sinyalleri aldıklarında hasarlı dokunun ihtiyaç duyduğu hücre tipine dönüşebilme (farklılaşma) yeteneğine sahiptir. Örneğin bir kök hücre, hasarlı bir eklemde kıkırdak hücresine (kondrosit) veya kaynamayan bir kırıkta kemik hücresine (osteosit) dönüşebilir. Bu sadece onarımı teşvik etmek değil aynı zamanda kaybedilen dokuyu yeniden inşa etmek anlamına gelir.

En sık kullanılan ortobiyolojik tedavi çeşitleri nelerdir?

“Ortobiyolojik” terimi geniş bir yelpazeyi kapsar. Klinik pratikte karşımıza çıkan başlıca ortobiyolojik tedavi yöntemleri şunlardır:

  • Trombositten Zengin Plazma (PRP)
  • Kemik İliği Aspirat Konsantresi (BMAC)
  • Yağ Dokusundan Elde Edilen Kök Hücreler (ADSC)
  • Hyaluronik Asit (Eklem içi sıvı takviyesi)
  • Proloterapi
  • Ozon Terapisi

Bu yöntemler arasında, özellikle PRP, BMAC ve ADSC, “rejeneratif” yani yenileyici potansiyelleri nedeniyle modern ortopedide öne çıkan tedavilerdir.

PRP tedavisi nedir ve nasıl hazırlanır?

PRP (Platelet-Rich Plasma), hastanın kendi kolundan alınan az miktardaki (genellikle 20-60 mL) kanın, santrifüj adı verilen özel bir cihazda yüksek hızda döndürülmesiyle elde edilen bir plazma ürünüdür. Bu işlem kanı bileşenlerine ayırır. Ağır olan kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar) dibe çökerken, plazma ve “trombosit” (platelet) adı verilen hücreler üstte kalır.

Trombositler, vücudumuzda bir yer kesildiğinde kanamayı durduran ve hemen ardından salgıladıkları yüzlerce “büyüme faktörü” ile onarımı başlatan “ilk yardım ekibidir”. PRP tedavisi, bu ilk yardım ekibinin normal kanda bulunandan çok daha yoğun (genellikle 3 ila 9 kat) bir konsantrasyonunu elde edip, bunu doğrudan hasarlı bölgeye enjekte etme prensibine dayanır.

Bilinmesi gereken en önemli nokta, “her PRP’nin aynı olmadığıdır”. Kullanılan cihaza (kite) ve hazırlama yöntemine bağlı olarak elde edilen ürünün trombosit konsantrasyonu ve içeriği büyük ölçüde değişir. Bu farklılıklar, tedavinin başarısını doğrudan etkiler.

PRP tedavisinde ‘lökosit’ (akyuvar) faktörü neden önemlidir?

PRP hazırlanırken en kritik ayrımlardan biri, ürünün “lökosit” (beyaz kan hücreleri, yani akyuvarlar) içerip içermediğidir. Lökositler, vücudun enfeksiyonla savaşan savunma hücreleridir ancak aynı zamanda güçlü bir iltihap (enflamasyon) başlatma kapasitesine sahiptirler.

Bu ayrıma göre iki temel PRP türü vardır:

  • Lökositten Zengin PRP (LR-PRP)
  • Lökositten Fakir PRP (LP-PRP)

Lökositten zengin (LR-PRP) formüller, bölgede kasıtlı olarak güçlü bir iltihabi yanıt başlatmak için kullanılır. Bu özellikle iyileşmesi durmuş, kronikleşmiş tendon sorunlarını (tenisçi dirseği gibi) “uyandırmak” ve iyileşme sürecini sıfırdan, güçlü bir şekilde başlatmak için istenen bir etki olabilir. Ancak bu tür PRP’ler, enjeksiyon sonrası daha fazla ağrı ve şişliğe neden olma eğilimindedir.

Lökositten fakir (LP-PRP) formüllerde ise akyuvarlar bilinçli olarak ayrıştırılır. Diz kireçlenmesi gibi zaten kronik bir iltihabın olduğu eklemlerde, mevcut yangını daha da alevlendirmemek için genellikle bu “sakinleştirici” ve onarıcı LP-PRP tercih edilir. Klinik çalışmalar diz kireçlenmesinde her iki tipin de benzer olumlu sonuçlar verdiğini, ancak LP-PRP’nin enjeksiyon sonrası hastalar için daha konforlu olduğunu ve daha az yan etkiye (ağrı, şişlik) neden olduğunu göstermektedir. Hangi tipin kullanılacağı kararı, tamamen hastanın durumuna ve tedavi edilecek dokunun ihtiyacına göre verilir.

PRP tedavisi en çok hangi hastalıklarda işe yarar?

PRP’nin etkinliği, uygulandığı bölgeye ve hastalığa göre değişiklik gösterir. Bilimsel kanıtlar bazı durumlarda çok güçlüyken, bazılarında ise tartışmalıdır.

  • Diz Kireçlenmesi (Osteoartrit)

PRP’nin en güçlü kanıtlara sahip olduğu alanlardan biridir. Çok sayıda yüksek kaliteli bilimsel çalışma ve meta-analiz, diz kireçlenmesi olan hastalarda PRP enjeksiyonlarının, standart tedavi olan Hyaluronik Asit (HA) enjeksiyonlarına (horoz ibiği iğnesi olarak da bilinir) kıyasla ağrıyı azaltmada ve fonksiyonları iyileştirmede istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha üstün olduğunu net bir şekilde göstermiştir.

  • Tendon Sorunları (Tendinopatiler)

Tendon sorunlarında ise sonuçlar karışıktır ve başarı, hangi tendonun tedavi edildiğine çok bağlıdır.

Tedaviye yanıtı değişen bazı tendon sorunları şunlardır:

  • Tenisçi Dirseği (Lateral Epikondilit)
  • Aşil Tendiniti
  • Omuz Rotator Manşet Tendinopatisi

Örneğin kronik “tenisçi dirseği” vakalarında, özellikle diğer konservatif tedaviler (ilaç, fizik tedavi) başarısız olduğunda PRP’nin faydalı olabileceğine dair orta ila yüksek kalitede kanıtlar mevcuttur.

Bunun tam tersine, kronik “Aşil tendiniti” (topuk arkasındaki tendon) üzerine yapılan yüksek kaliteli randomize kontrollü çalışmalar PRP enjeksiyonlarının, egzersizle birlikte uygulanan “plasebo” (sadece serum fizyolojik enjeksiyonu) tedavisine göre hiçbir ek fayda sağlamadığını göstermiştir. Bu çarpıcı zıtlık, ortobiyolojik tedavilerde başarının “doğru teşhis” ve “doğru uygulama” ile ne kadar ilişkili olduğunu kanıtlar. Bir bölgede işe yarayan bir tedavinin, başka bir bölgede işe yaramaması, her dokunun biyolojik ortamının farklı olmasından kaynaklanır.

Kök hücre tedavileri (BMAC ve ADSC) ile PRP arasındaki temel fark nedir?

Bu hastalar tarafından en çok karıştırılan konudur. PRP ve kök hücre tedavileri (BMAC veya ADSC) temelde farklı amaçlara hizmet eder.

Eğer bir benzetme yaparsak: PRP, bir onarım işi için “ustabaşılarını” ve “mühendislik planlarını” bölgeye getirmeye benzer. İçeriğindeki zengin büyüme faktörleri sayesinde vücudun mevcut onarım hücrelerini bölgeye çağırır ve onlara ne yapmaları gerektiğini söyler (parakrin etki).

Kök hücre tedavileri (BMAC ve ADSC) ise, ustabaşılarını (büyüme faktörleri) getirmenin yanı sıra doğrudan “inşaat ekibinin ta kendisini” (Mezenkimal Kök Hücreler – MSC) de bölgeye taşır.

PRP, var olan iyileşmeyi teşvik etmek ve enflamasyonu yatıştırmak için kullanılırken; kök hücre tedavileri, kayıp dokuyu yerine koymak ve yapısal onarım sağlamak için kullanılır. Çünkü bu “joker” kök hücreler, bölgede ihtiyaç duyulan yeni kıkırdak, kemik veya yumuşak doku hücrelerine dönüşme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle ciddi kıkırdak hasarı veya kaynamayan kırık gibi yapısal bozulmanın ön planda olduğu durumlarda, kök hücre içeren tedavilerin potansiyeli, sadece büyüme faktörü içeren PRP’ye göre çok daha yüksektir.

Kök hücre tedavileri (BMAC) nereden elde edilir ve nasıl uygulanır?

BMAC (Kemik İliği Aspirat Konsantresi), adından da anlaşılacağı gibi hastanın kemik iliğinden elde edilir. En zengin kök hücre kaynağı olarak kabul edilen “iliak krest” yani leğen kemiğinin (kalça kemiği) arka kısmından özel bir iğne yardımıyla küçük bir miktar kemik iliği aspire edilir (çekilir). Bu işlem bir ameliyat değildir, genellikle lokal anestezi veya hafif sedasyon altında yapılır.

Alınan bu kemik iliği, tıpkı kanda olduğu gibi, santrifüj edilerek işlenir. Bu işlemin amacı, kemik iliği içindeki değerli Mezenkimal Kök Hücre (MSC) ve diğer öncü hücrelerin yoğunluğunu artırmaktır. Elde edilen bu konsantre, hasarlı eklem, tendon veya kemik bölgesine enjekte edilir.

Başarı için “doz” kritik öneme sahiptir. Kemik iliğindeki kök hücre sayısı zaten azdır; bu nedenle hem aspirasyon işleminin doğru teknikle (yüksek hücre verimi alacak şekilde) yapılması hem de kullanılan konsantrasyon sisteminin (kit) bu hücreleri verimli bir şekilde yoğunlaştırması şarttır. Yetersiz sayıda kök hücre içeren bir enjeksiyonun terapötik bir etki göstermesi beklenmez.

Yağ dokusundan elde edilen kök hücre (ADSC) tedavisi nedir?

ADSC (Adipose-Derived Stem Cells), Mezenkimal Kök Hücre (MSC) elde etmek için kullanılan bir diğer zengin ve popüler kaynaktır. Bu yöntemde kök hücreler, hastanın karın veya kalça çevresindeki kendi yağ dokusundan (adipoz doku) alınır.

Yağ dokusu, kemik iliğine kıyasla bazı avantajlara sahiptir. Genellikle vücutta daha boldur ve küçük bir liposuction benzeri işlemle daha kolay ve daha büyük hacimlerde toplanabilir. Ayrıca yağ dokusunun kemik iliğinden daha yüksek konsantrasyonda kök hücre içerdiğine dair çalışmalar mevcuttur.

Bu hücreler de (ADSC’ler) toplandıktan sonra özel işlemlerden geçirilir ve konsantre edilerek hasarlı bölgeye enjekte edilir. Tıpkı BMAC gibi, hem bulundukları bölgedeki doku hücrelerine dönüşme (farklılaşma) potansiyeline sahiptirler hem de güçlü parakrin (sinyal verme) ve immünomodülatör (enflamasyonu düzenleme) etkiler gösterirler.

Kök hücre tedavileri hangi durumlarda daha güçlü kanıtlara sahiptir?

Kök hücre konsantreleri (BMAC ve ADSC), PRP’ye benzer şekilde enflamasyonu yatıştırabilir, ancak asıl güçleri “yeniden yapılandırma” gerektiren durumlarda ortaya çıkar.

  • Kaynamayan Kırıklar (Non-Union)

Kök hücre tedavisinin en güçlü ve ikna edici kanıtlara sahip olduğu alan budur. Kaynamayan kırık, yani bir kemiğin kırıldıktan sonra aylar geçmesine rağmen birleşmemesi durumudur. Bu durum normalde, hastanın kalçasından kemik alınıp (kemik grefti) kırık bölgesine nakledilmesini içeren büyük bir ameliyat gerektirir. BMAC ve MSC tedavileri, bu karmaşık durumda devrim niteliğinde bir alternatif sunmuştur. Bilimsel derlemeler, MSC/BMAC tedavisinin, standart kemik grefti yöntemlerine kıyasla kemik iyileşmesini sağlama olasılığının daha yüksek olduğunu ve kemiğin kaynama süresini (ortalama 6.3 ay) kısalttığını göstermiştir. Bu MSC’lerin yeni kemik (osteogenez) oluşturma yeteneğinin en net klinik kanıtıdır.

  • Diz Kireçlenmesi (Osteoartrit)

Aynı PRP gibi, BMAC enjeksiyonlarının da diz kireçlenmesinde Hyaluronik Asit’e (HA) göre ağrı ve fonksiyon açısından anlamlı derecede daha iyi klinik sonuçlar sağladığı meta-analizlerle kanıtlanmıştır. BMAC ile PRP doğrudan karşılaştırıldığında, birçok çalışma aralarında istatistiksel bir fark bulamasa da bazı kanıtlar BMAC’ın sağladığı faydanın (ağrı kesici ve fonksiyonel iyileşme) 24 aya kadar daha uzun süreli olabileceğini düşündürmektedir. Bu muhtemelen enjekte edilen kök hücre popülasyonunun eklem içinde yaşamaya ve onarıcı sinyaller göndermeye devam etmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu tedaviler cerrahiye bir alternatif mi, yoksa cerrahiyi destekleyici midir?

Bu hastalığın evresine ve türüne bağlı olarak değişen çok önemli bir sorudur. Cevap: Her ikisi de olabilir.

  • Alternatif Olarak:

Hastalığın erken veya orta evrelerinde (örneğin hafif-orta diz kireçlenmesi, kronik tendinitler), ortobiyolojik enjeksiyonlar, daha invaziv olan cerrahi müdahaleleri (örneğin diz protezi) geciktirmek veya önlemek için bir alternatif olarak kullanılabilir.

  • Destekleyici (Augmentasyon) Olarak:

Ortobiyolojik tedavilerin en güvenilir ve kanıtlanmış klinik faydalarından bazıları, cerrahi bir prosedüre ek olarak (adjunct) kullanıldıklarında görülür. Bu paradigmada, biyolojik tedavi, cerrahinin başarısını en üst düzeye çıkarmak ve iyileşme kalitesini artırmak için kullanılır.

Cerrahi başarıyı artırmak için kullanıldığı bazı durumlar:

  • Mikrokırık ameliyatı (kıkırdak hasarı onarımında)
  • Menisküs onarımı sonrası
  • Ön çapraz bağ (ACL) onarımı sonrası
  • Omuzda rotator manşet yırtığı dikilmesi
  • Kaynamayan kırıkların cerrahi fiksasyonu

Bu yaklaşım biyolojik tedavileri cerrahinin bir rakibi olarak değil cerrahi başarıyı artıran ve uzun vadeli doku kalitesini iyileştiren güçlü bir yardımcı araç olarak konumlandırır.

Geleceğin tedavisi olarak görülen ‘eksozom’ (exosome) nedir?

Ortobiyoloji alanı, “canlı hücreleri” kullanmanın zorluklarını (saklama, standartlaştırma, yasal düzenlemeler) aşmak için “hücresiz” tedavilere doğru hızla ilerlemektedir. Bu alanın yıldızı “eksozomlardır”.

Son yıllarda, kök hücrelerin asıl marifetinin, büyük ölçüde salgıladıkları “eksozom” adı verilen küçük “mesaj paketçikleri” olduğu anlaşılmıştır. Kök hücreleri bir fabrika, eksozomları da o fabrikanın ürettiği onarıcı ürünleri taşıyan kargo paketleri gibi düşünebilirsiniz.

Bu nano boyuttaki kesecikler, kök hücrenin tüm onarıcı ve anti-enflamatuar sinyallerini (proteinler, büyüme faktörleri, RNA) taşır. Gelecekte, doğrudan kök hücre enjekte etmek yerine, bu hücrelerin laboratuvarda ürettiği milyarlarca eksozomun enjekte edilmesi hedeflenmektedir. Bu daha standart, daha güvenli, saklaması ve uygulaması daha kolay bir “hücresiz kök hücre tedavisi” anlamına gelecektir.

Ancak şu anki yasal düzenlemelere göre eksozom ürünleri “ilaç” statüsündedir ve ABD’de FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) veya Avrupa’da EMA gibi sağlık otoriteleri tarafından onaylanmış, piyasada bulunan bir eksozom tedavisi bulunmamaktadır. Bu alandaki tedaviler şu anda sadece klinik araştırma safhasındadır.

Ortobiyolojik tedaviler kimler için uygun değildir?

Ortobiyolojik tedaviler (özellikle hastanın kendi kanından veya dokusundan elde edilenler) genellikle çok güvenli kabul edilir. Alerji veya doku reddi riski yoktur. Ancak herkes için uygun değildirler.

Bu tedavilerin kesinlikle uygulanmaması gereken “mutlak kontrendikasyonlar” vardır:

  • Tedavi edilecek bölgede aktif enfeksiyon (septik artrit)
  • Vücudun herhangi bir yerinde aktif sistemik enfeksiyon
  • Aktif kanser hastalığı (özellikle kan veya kemik iliği kanserleri)
  • Tedavi edilecek bölgede metastaz veya tümör varlığı
  • Şiddetli kan hastalıkları veya pıhtılaşma bozuklukları
  • Hamilelik (genellikle veri eksikliği nedeniyle kaçınılır)

Uygulamadan önce dikkatle değerlendirilmesi gereken “göreli kontrendikasyonlar” da mevcuttur:

  • Kan sulandırıcı (antikoagülan) kullanımı
  • Kontrolsüz diyabet
  • Düşük trombosit (platelet) sayısı
  • Bağışıklık sistemini baskılayan tedaviler veya hastalıklar
  • Şiddetli kemik erimesi (osteoporoz)
  • Aşırı eklem gevşekliği (hipermobilite)

En önemlisi, bu tedaviler mekanik bir sorunu çözmez. Örneğin bağları tamamen kopmuş ve eklemi stabil olmayan (sallanan) bir dizde, enjeksiyonlar stabiliteyi sağlamaz; bu durum cerrahi onarım gerektirir.

Bu tedavileri alırken hastaların bilmesi gereken yasal ve etik sorumluluklar nelerdir?

Ortobiyoloji alanı hızla geliştiği için, bu tedavilerin uygulanmasında etik ve şeffaflık çok önemlidir. Hastaların “bilgilendirilmiş onam” süreci hakkında çok dikkatli olmaları gerekir.

Klinisyenin (doktorun), hastasına sadece tedavinin faydalarını değil aynı zamanda potansiyel risklerini, alternatiflerini ve en önemlisi, o spesifik durum için bilimsel kanıt düzeyinin ne olduğunu açıkça anlatma sorumluluğu vardır:

Bunun nedeni, alanın çok “heterojen” olmasıdır; yani bir firmanın ürettiği PRP kiti ile diğerininki aynı konsantrasyonu vermez. FDA veya AAOS (Amerikan Ortopedi Cerrahları Akademisi) gibi kuruluşlar, bu ürünleri (örneğin PRP hazırlama kitlerini) genellikle “cihaz” olarak onaylar; ancak bu cihazın her hastalıkta etkili olduğunu onayladıkları anlamına gelmez. Bir ürünün belirli bir hastalık (örn. diz kireçlenmesi) için etkinliğini değerlendirme ve bunu hastaya dürüstçe sunma sorumluluğu, doğrudan tedaviyi uygulayan hekime aittir. Hastaların, kendilerine hangi ürünün, hangi konsantrasyonda uygulanacağını sorma ve bilme hakları vardır:

Ortobiyolojik tedavilerden en iyi sonucu almak için nelere dikkat edilmelidir?

Bu tedavilerin başarısı bir “sihirli değnek” değil bir dizi faktörün doğru yönetilmesine bağlıdır. En iyi sonucu almak için gereken temel bileşenler şunlardır:

  • Doğru Teşhis (Ağrının kaynağı nedir?)
  • Doğru Hasta Seçimi (Bu hasta bu tedaviye uygun mu?)
  • Doğru Ürün Seçimi (Bu hastaya PRP mi, kök hücre mi gerekir?)
  • Doğru Doz ve Konsantrasyon (Yeterli sayıda hücre veriliyor mu?)
  • Doğru Uygulama Tekniği (Doğru yere enjeksiyon yapılıyor mu?)
  • Doğru Rehabilitasyon Programı (Enjeksiyon sonrası fizik tedavi)

Bu tedavilerin kortizon enjeksiyonları gibi ağrıyı anında kesmesi beklenmemelidir. Amaçları biyolojik bir onarım süreci başlatmaktır ve bu süreç zaman alır. İyileşmenin tam etkilerinin görülmesi haftalar, hatta bazen aylar sürebilir. Başarı, sabırlı bir süreç yönetimi ve doğru beklentilerle mümkündür.

Yazarın Diğer İçerikleri